12 Ocak 2017 Perşembe

İçsel Sorgulamalar

Hayattan sürekli bir şeyler bekliyoruz; iyi eğitim, iyi iş, iyi eş, iyi araba, iyi ev ya da ilişkilerden bir şeyler bekliyoruz; beni sevsin, popüler olayım, insanlar bensiz yaşayamasın gibi gibi şeyler. Peki biz hayata ne vermek istiyoruz?
Kendi konforun, huzurun, iyiliğin dışında hayata ve hayatındakiler ne vermek istiyorsun?
Hayatın karşılıklı bir antlaşmadan ibaret değil mi; o benimle ilgilensin ben zaten onla ilgilenirim ya da ben eğitim alayım zaten iyi iş bulurum gibi gibi.
Oysa bu aşılması gereken koca bir engelden başka bir şey değil.
Kendine ve çevrendekilere ne kadar samimisin?
Şehit cenazesini kameraya çekip paylaşarak, terörürü şiddetle kınayarak ya da lanetleyerek, profilini karartarak, mecliste olanlara dair paylaşımlar yaparak, Yılmaz Özdil yazısı paylaşarak, savaş olsa cepheye giderim koşa koşa giderim derken ama aynı zamanda çoktan bedelli askerliğini yapmışken ne kadar samimisin?
Bugün kendimi çok sorguladım, hayattan istediklerimi özellikle. Hayattan bir sürü şey istiyorum ama hayata samimiyetimi veriyorum. Bir şeyler isterken de, istediklerim olmadığında da, sevindiğimde de, kırıldığımda da, üzüldüğümde de, sevindiğimde de samimiyim. Hayata bir sürü samimi duygumu veriyorum, hayatımdakilere de... 


8 Ocak 2017 Pazar

"Kakuro, kalbim yün yumağına dolanmış bir kedi gibi."

Uzun zaman önce bir kitap okumuştum. Sonra da filmini izledim.Bir arkadaşım bana sürekli bir film öneriyordu, meğerse benim izlediğim filmmiş ve orjinal adı ve çeviri isimlerinden dolayı ben bildiğim film olduğunu anlayamamıştım. Bugün yine izledim. Eğer şu an bu yazıyı okuyorsa öneren arkadaşım, ona bir kez daha teşekkür ediyorum.

Filmin orjinal adı, 'Le Herisson', Türkçe çevirileri ise 'Kirpi' ve 'Yaşamaya Değer'. Kitabının adı ise 'Kirpinin Zerafeti'.

Filme dair söylenecek, anlatacak, analizi edilecek bir çok şey var ama ben şu an sadece filmdeki aşka dair yazmak istiyorum. Filmde bir kitap alıntısı ile başlayan bir aşk var ve bu aşk o kadar naif ve tatlı ki, insana bu tarz şeyler yalnızca filmlerde olur dedirten cinsten. Belki de ona 'aşk' demek de yanlış, bambaşka bir ilişki belki de, ya da tanımlayamıyorum. Bay Kakuro, Madam Michel'e "biz seninle dost, hatta ne istersek olabiliriz." İşte bundandır ki, buna aşk diyemiyorum. Her şeyden evvel, dost olmadan iki aşık olan ilişkiler ile dolu olan çevreme bakıyorum ve acaba diyorum sorun burada mı, dost olmadan nasıl sevgili, eş ya da aile olunabilirdi? 

Filmi bugün izleyişimde aklıma takılan bir başka kısım ise 'sevmeye hazır olmak' konusu. Filmde şöyle bir cümle var, "önemli olan ölmek değil...ölüm anında ne yaptığınızdır. Renee, siz ölüm anında ne yapıyordunuz ? sevmeye hazırdınız." Sevmeye hazır olmak, ilk anda kulağınıza garip geliyor değil mi? Kimi aaa olur mu canım öyle şey, diyebilir.Sevmeye hazır olmak da nedir ki? Buna filmdeki karakterimizin şu cümlesi ile açıklamaya çalıştım kendimce, "Kakuro, kalbim yün yumağına dolanmış bir kedi gibi..” Sevmeye hazır olmak belki de tam da buydu, yün yumağına dolanmış bir kedi gibi hissetmek, neden olmasın? Sevmeye hazır olmak evvela arkadaş olmak sonra da yün yumağına dolanmış bir kedi gibi hissetmek diye şekillendi kafamda. 


Bir gün sevdiğim biri bana, 'iyi kalpli arkadaşım' demişti, ne kadar da canım yanmıştı, üzülmüştüm. Bunu paylaştığım arkadaşlarım ise, "o ilişkiden bir şey çıkmaz, sen bir an evvel uzaklaş ondan." demişlerdi. Şimdi düşünüyorum da, belki de sevmeye hazırlanıyordu, ya da ben şu an filmin etkisiyle fazlaca olumlu düşünüyorum, bilemiyorum. ama kesin olarak bildiğim bir şey var o da, hayat her türlü olasılığı barındırıyordu ve en net, keskin ve en can acıtan olasılığı da ölümdü. Demem o ki, her an ölecekmiş gibi yaşamak galiba en akıllıcası. 


6 Ocak 2017 Cuma

Güçsüzleştiren Güçlü Sevgi

"Hem bu minicik yürekli insanları kağıtlar dolusu koca şiirler yazmaya iten şey sevgi değil midir?! Her güne bira daha farklı baktıran değil midir, insanı yalnızlığa iten, kalabalığa batıran,  değil midir?!"


Birini sevmekle güçleniyordunuz ve yine birini sevmekle güçsüzleşiyordunuz. Birini severken nasıl bu kadar iki uçta gezdiğinize siz bile şaşırıyordunuz. Sevmek ile gelen bipolarmışsınız hissi sizi yormakla kalmayıp, sizi hayattan da soğutuyordu ama olsun alıyordunuz çünkü sevmek buydu. 


Bugün yağan yağmura karşı yanıma şemsiye almamıştım. Çünkü aynı zamanda hem şemsiyeleri hem de yağmuru sevemiyordum. Severdim belki ama böyle yetiştirilmemiştim. Sevgi de öğretiliyordu ve sevmek vazgeçmek temelliydi.Bir gün bir cümle duymuştum ve şöyleydi, "seni evdiğim için senden vazgeçiyorum." Bu cümlenin sahibine annesi sevmeyi öğretirken, "kendi benzerinden başkasını sevme." demişti, çünkü. Herşey öğreniliyordu şu hayatta, en insani en içgüdüsel olan sevmek bile, peki ya unutmak? Öğretilmiyordu. Unutamıyorduk, kafamızdaki ansızın bir anda hiç de gereği yokken hatırlanmaya hazır duran anıları. İştte buydu, bizi güçsüz kılan birini sevdiğimiz zamanlarda. Sizi en başta üçlendiren sevgi bir anda anılarınızla beraber sizi güçsüzleştiriveriyordu. Sizi güçsüzleştiren güçlü sevginiz...

7 Kasım 2016 Pazartesi

Kendimi alıkoyamıyordum, hiçbir yanlışın değişmediğini düşünemekten.

Dünyanın bize öğretildiğin farklı olduğunu sezmeye başladığım günlerin birindeydim, birisine tüm dertlerimi anlatmaya başladığımda. Tavsiye istemiyordum, yorum duymak da... Tek istediğim birinin beni dinlemesi idi.
Ben konuştum, konuştukça tüm dertlerimi döktüm. Dünyanın bana öğretildiğinden farklı olduğunu anlamamın üzerine bir şey daha eklenmişti; dünya bana yaşatılandan da daha başkaymış. Benim bir dünyam varmış, herkesinkinden başka, bambaşka. Aslında herkesin düyası başkaymış da benimki daha bi değişikmiş. Ve bunu izah etmesi oldukça zor imiş. 
Anlattıkça, düşünmüşüm. Düşündükçe, düşmüşüm. Bir şeyler değişecek diye beklerken, bir de bakmışım ki, her şey aynı. Yalnız başıma canlı sokaklarda yürürken, kentin insanlarını izlerken, dış dünyanın uğultusunu kulaklarımda duyarken kararan bir günde...
Kendimi alıkoyamıyordum, hiçbir yanlışın değişmediğini düşünmekten.